Hayatla ilk tanışmamız bir nefesle başlar. Kendi tercihimiz olmadan bizim adımıza kendi hayatlarında umut, evliliğin bir gerekliliği, hayatta varlığını sürdürebilmek, soyum yürüsün, namım dolaşsın hele bir de oğlan olursa tadından yenmez diyerek doğumhane kapılarında dört gözle bir avazda beklenen o muhteşem çocukların sonralarında yine hiç kendileri tercih etmeden getirildikleri bu dünyada her nefesini içine içine alıp, burun deliklerindeki açılıp kapanma hareketini bile korkudan kasılarak yapan bir var olamayışın hikayesi yatar.
Doğurmanın tanımı ve tarifi yapılamayacak kadar o mucizevi duyguyla bizim karar verdiğimiz ancak kendi hayatlarını kendi kararlarıyla yaşamaya izin vermemiz gereken çocuklarımızın hikayesi tüm bu tezatlıklar.
Bir şeyin varlığı bizden kaynaklı diye güç ve üstünlük kurarak varlıklarımız altında ezip büktüğümüz çocuklarımızın sonrasında bir baltaya sap olamadı ithamlarının nesilden nesile hayıflana hayıflana ,günlerde , aile sohbetlerinde , eş dost dertleşmelerinde , ben de böyle değildim ama bu çocuk nasıl oldu söylemlerinin yüzkarası ve akıl almaz bu olayların yüzleşmesi ne adalet ne de vicdan mahkemelerinde görülürken, korkunun yerini hiçliğin ve derin yaraların aldığı kendi olamamanın hazin bir hikayesidir bu.
Çocuklarımız ne bizdir ne de bizlerin hayatını , kararlarını yaşamak zorunda kalan bireylerdir.
Eğer bir umut gerekliyse bu olay örgüsünün değişimi için ebeveynler olarak dünyaya getirdiğimiz çocuklarımıza bu yolda deneyim sahibi bireyler olarak yol arkadaşı olmayı deneyelim.
Hem varlığını kendi gibi sürdürmüş hem de gönülden sizinle olmuş , korkunun yer almadığı bir ilişki sizce de daha anlamlı değil mi?